Bir gün Hüsameddin Çelebinin bağındaydık.
Hz.Mevlânâ Hazretleri ayaklarını arkın içinde akan suya sokmuş sohbet ediyordu.
Hazreti Şems bahsi açılınca öyle akıcı, öyle yakıcı şeyler söyledi ki, Müderris oğlu Bedreddin:
Âh, vah, yazık, çok yazık!... diye dövünmeye başladı.
Mevlânâ Hazretleri:
-Hayırdır, niye hayıflanıyorsun Bedreddin?
Böyle bir mecliste, bizim aramızda hayıflanmak da neyin nesi? diye sordu.
Müderris oğlu Bedreddin:
-Vaktiyle hamlık edib Şemseddin-i Tebrîzî Hazretlerini anlayamadığım ve onun kendi şanından doğrudan faydalanamadığım için hayıflanıyorum efendim! diye cevap verince Hz.Mevlânâ Hazretleri önce bir şey söylemedi, ama, azıcık sustuktan sonra içinin içindeki güneş şöyle patladı:
-Eğer Mevlânâ Şemseddin-i Tebrizi'ye ulaşmadınsa, babamın kutsal ruhuna yemin ederim ki, saçının her bir telinde yüz bin Şems-i Tebrizî asılı bulunan ve onun sırrının sırrını idrakte Şems-i Tebrizî'nin bile şaşakaldığı birine ulaştın!..
Şah ve dilber olan Şems-i Tebrizî bütün şahlığı ile bizim canımızın muhafızı idi!..
Hazreti Mevlânâ böyle söyleyince cemâate bir coşkunluk geldi ve çoğunluk semaya başladı.
Bu coşkunluğun üzerine şu gazeli serpti Hz.Mevlânâ:
Ağzımdan birden bire gül ve gül bahçesinin adı çıktı!
O gül yanaklı sevgili gelip ağzıma vurarak:
Sultan benim, gül bahçesinin canı benim!..
Benim gibi bir şahın yanında bulunduğun halde,
Nasıl oluyor da onu bunu anıyorsun? dedi.
Bu konuşmalardan sonra Müderris oğlu Bedreddin'in, üzüntüsünden kırk gün hasta yattığı söyleniyor.
- İnsanlığın Pîri Hazreti Mevlânâ, Mustafa ÖZDAMAR, Sh.: 28, 29.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder