Bir yıl, Konya başkentinde (Dârü'l-Mülk), yağmur kıtlığı olmuştu.
Korkunç bir pahalılık oldu.
Şehir halkı sıkıntıya girmişti.
Birkaç defa yağmur duasına çıktılar, fakat hiç yağmur yağmadı.
Hepsi, mahrumiyet ve ümitsizlik içinde döndüler. Verdikleri sadakalar, kestikleri kurbanlar, (Allah'ın yanında) kabule mazhar olmadı.
Nihayet, acizliklerinden ve sıkıntılarından riyasız bir ittifakla hep birden Hüdâvendigâr'ın medresesinin yolunu tuttular.
Acizlere yaraşır bir samimiyet ve niyâz ile ve saf bir doğrulukla Sultan Veled'in eteğine yapıştılar.
Bütün şeyhler, bilginler ve büyükler:
-Biz, hiçmişiz, elimizden bir iş gelmedi ve Allah'ın dergahında bizim zerre kadar şeref ve itibarımızın olmadığı, dua oklarımızın da icâbet hedefine değmediği ve kabul edilmediği anlaşıldı.
Hakk'ın mahremlerinin inayeti halkın suçlularının işledikleri cinayetlerin şefaatçisidir.
Şefkat ve merhamet vaktidir.
Biz, sizin kimseden esirgenmeyen lütuflarınızdan dolayı, emel çöllerinin susuzları, hırs ve günah ateşinin yanıkları için yüce ve ulu Allah'ın dergâhından saf ve temiz olan rahmet suyu istemeniz ve dudakları kuru toprağı su ile kandırmanız lazımdır, dediler.
Sultan Veled'in, herkese şamil olan bir lütuf ve övülen bir ahlakı olduğu için, mübarek kalbinde bir merhamet havası esti, vecd ateşi parladı.
Gözlerinden yaşlar akıtarak ayağa kalktı.
Medresenin kapısından ta mukaddes Türbe'ye kadar yalınayak gitti.
Mübarek başını açarak babasının kabrinin karşısında durdu.
Şehrin büyüğü, küçüğü, zengini, fakiri de feryad ve figan etmiye başladılar.
Aşıkların feryadı, Ferkadân Yıldızları'nın tepesine ulaştı.
Birden bire yüce Allah'ın inayetiyle kara bir bulut peyda oldu, gökyüzünü tamamiyle kapladı.
Dehşetli bir yağmur yağmaya başladı.
Bir anda bütün dünyayı sele boğdu.
Sultan Veled daha rükûda ve herkes de kendinden geçmiş bir halde olduğundan, dışarda yağmur yağıp yağmadığından kimsenin haberi olmadı.
O kadar yağmur yağdı ki, dağlardan inen sellerden, Konya sahraları denize döndü.
Bu göz yaşları gibi akan yağmurlardan, (kuraklıktan) ağlıyan dünyanın yüzü güldü.
İkindi namazına kadar ağlamak ve sızlamakla meşgul oldular.
Sonra Sultan Veled, dualar edip sarığını başına koydu.
Babasının ve büyük babasının mezarına yüzünü gözünü sürdü ve kalkıp medreseye gitti.
Bütün arkadaşlar da, terler ve yağmur suları içinde başları ve ayakları çıplak bir halde semå ederek gittiler.
Hayli kimseler inkâr ve inat zünnarını bellerinden çözüp ihlâs ve ikrar kemerini can beline bağladı.
Bilgisizlik ve sapıklık zulmetlerinden tamamen kurtulup, büyüklük mertebesine ulaştılar.
Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur.
- Menâkıbü'l Ârifîn, Ahmed Eflaki Dede; II/205-206.
- Konya Velileri, Hasan Özönder, Sh. 77, 78.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder