Karaman'da M.Ali Kırboğa (Karasakal Hoca) Hacı Veyiszâde'yi anlatıyor:
-Köye gidecem Hocam, dedim.
Karaman'da M.Ali Kırboğa (Karasakal Hoca) Hacı Veyiszâde'yi anlatıyor:
Sokaklar onların, çarşı onların...
Arş'a hırlamaktır marşı onların...
Bitmeyen bir kîni, buğuzu vardır
Hakk'ın Nizâmına karşı onların...
*Gönül Söyler Dil Susar, Abdullah GÜLCEMAL, 1986, s.107.
Karaman'da M.Ali Kırboğa (Karasakal Hoca) Hacı Veyiszâde'yi anlatıyor:
Zaviye, Karamanoğlu Mehmet Bey zamanında ve onun emriyle, Ebu İshak İbrahim Kazerûnî adına yaptırılmıştır.
Zaviyenin inşa tarihi, zaviyenin kitabesinde H.821/M.1418 olarak gösterilmiştir.
Zaviyedeki türbede Kazerûnî tarikatının halifelerinden Karamanoğlu devri meşâyihindan Şeyh Hacı Hasan medfundur.
Lâdikli Ahmed Ağa'yı sevip sayanlardan bir grup, Ankara'dan kalkıp Konya'ya, Ladik'e, ziyaretine gelirler.
İçlerinden biri, bu sohbeti başkalarına da dinletip, istifade etmelerini sağlamak amacıyla yanına bir de teyp almıştır.
Sohbet başlarken teyp sahibi isteğini bildirirse de Ahmet Ağa pek taraftar olmaz.
Kendi arkadaşları da ısrar etmemesini söylerler.
Neticede de kayıttan vazgeçilir.
İranlı Âlim Şeyh Bahai (Bahâeddin Âmilî)
16.Asırda İslam aleminde yetişmiş astronomi ve matematik alimidir.
Doğal tek tam sayılar ve doğal çift tam sayılar dizisinin toplamını veren ifadeyi formülleştirdi.
Cebirsel denklemin yaklaşık gerçek kökünü bulma metoduna dair yeni bir usul ortaya koydu ve buna "Tarikatü'l-Keffeteyn" (İki Kefe Üsûlü) veya "Tarikatü'lmiza-ni'r-Riyâzî" (Matematik Terazisi Üsûlü) ismini verdi.
Hacı Veyiszâde merhumun Konya İmam Hatib Okulu'ndan öğrencisi, Eminönü Müftüsü Mehmet Doğru Hoca anlatıyor:
Hacı Veyiszâde Hoca Efendi'nin genel metodu tebşiratdı ama, gerektiğinde de kırmadan gücendirmeden sertleşiverirdi.
Bir keresinde, yaz tatilinde bir yerde tezgâhtarlık yapıyorum.
Radyo açıldı.
Klâsik şarkılar var.
Dükkân sahibleri filân da orada.
Yok ise Kâlbde Kâmil bir Mürşidin nazarı.
O gönül gönül değil, şeytanların pazarı.
Şu delirmiş dünya da gâliba en rahat yer
İmanla Hakk'a göçmüş bir Mü'minin mezarı...
*Gönül Söyler Dil Susar, Abdullah GÜLCEMAL, 1986, s.107.
Bir gün Mevlânâ Şemseddin, medresenin kapısında oturmuştu.
Birden bire bir cellât geçti.
Şems:
-Bu adam velidir, buyurdu.
Hz.Mevlânâ, 5 Cemaziyel Âhir 672 (17 Aralık 1273) Pazar günü Hakk'a yürüdü.
Tabutu, mezara ulaştığında muarrifler, Konevi'ye:
-Şeyhlerin sultanı, buyur, dedi.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, mürşidi Şems-i Tebrizî'yi kaybettiği günlerden bir gün, olanca dalgınlığı ile çarşıdan geçiyordu.
Yolu farkında olmayarak, kuyumcular çarşısına uğradı.
Selâhaddin-i Zerkubî'nin bu çarşıda bir kuyumcu dükkânı vardı.
Günün âdeti üzere birkaç çırağıyla içeride altın dövüyorlardı.
Sultan İzzeddin Keykâvus, saltanatının ilk günlerinde Hz.Mevlânâ'nın velâyetinin büyüklüğünden habersizdi.
Vezirinin sık sık Hz.Mevlânâ'yı ziyârete gitmesine de bir mânâ veremiyor, Hz.Mevlânâ'nın böylesine üstün tutulmasını anlayamıyordu.
Sultan bir gün gördüğü bir yılan yavrusunu tutup, altın bir hokkaya koyup ağzını mühürledi.
Hacı Beşir Ağa, Sultan III.Ahmed ve Sultan I.Mahmud devirlerinde otuz sene mütemadiyyen Dârü'ssaâde Ağası (Kızlarağası) makamında bulunmuş bir zat olup, evvelce Bayraksız Ali Ağa'nın çırağı iken bittefyiz Padişah Sultan III.Ahmed'in müsahiblerinden olmuş, bir müddet sonra 1119 senesi Rebiul'âhirinde Haznedar-ı Şehriyâri nasbedilmiştir.
Yarın sahip çıkar mı, bize Habib-i zişan...
Üstümüzde kalmadı, Ümmet❜likten bir nişan...
Dün; Dünya'ya Hak için, Hakk'ı haykıran Millet;
Bugün öz Vatanında, perişan mi perişan...
*Gönül Söyler Dil Susar, Abdullah GÜLCEMAL, 1986, s.126.
Karaman'da M.Ali Kırboğa (Karasakal Hoca) Hacı Veyiszâde'yi anlatıyor:
Hacı Veyiszâde Hoca Efendi, çok farklı bir insandı.
En çetin şartlarda bile şikâyet babını açmazdı pek.
Bir kış günü, zehir zemberek zemheri.
Konya'nın kuru ayazı meşhurdur.
Yıl 1946-47 filân işte.
Konya'nın Seydişehir İlçesi'ne bağlı Çavuş Kasabası'nda bulunan Şeyh Memiş Efendi, her veli gibi, keramet izharından son derece imtina ederdi.
Ama talebe ve müridanının gönül tokluğuna ve ruhi itmînânına vesile olacağını gördüğü zamanlarda, onları şek ve şüpheden kurtaracak bazı fevkalâdelikleri gösterirdi.
Meselâ, kendisinin nice büyüklüklerine şâhid olduğu halde talebelerinden birisi, bir gaflet anında mürşide bağlanmanın önem ve lüzumlu olup olmadığı konusunda tereddüde düşer ve nefsine mağlup olarak, her hangi bir şahsa intisap edilmeden de dünya ve âhiret saadetine erişilebileceğini düşünür.
Usturlap, Müslümanların icadıdır.
Onu geliştirenler de yine Müslüman alimlerdir.
Onlar yıldızların yer ve açıklıklarını ölçen "Azimut kadranları" yaptılar.
Bir çıkıyor artık, ağızdaki baklalar.
Boşa gitti değil mi, attığınız taklalar.
Daha nice çoraplar, örülecek bu başa.
Oynadıkça sahnede, sizin gibi kuklalar.
*Gönül Söyler Dil Susar, Abdullah GÜLCEMAL, 1986, s.55.
Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Merkezi Fıkıh Müderrisi Mehmet Savaş Hoca, hocası Hacı Veyiszâde'yi anlatıyor.
Bir arkadaşın naklidir.
Kendi başından geçen bir hadise olarak ondan dinledim.
Hoca Efendinin talebelerinden biri:
Câmiye gidiyordum, Aziziye'ye.
Bir dükkânın önünde oturmuşlar, Hoca Efendi'nin aleyhinde atıyorlar, birileri.
Artık mesele her ne ise.
Olmaz mı, olur.
Her büyüğü sevenler de olur, aleyhinde çekiştirenleri de bulunur.