Bakın, size bir yağmur hikâyesi anlatayım, şimdi hatırıma getirildi:
Bendeniz karayoluyla ilk hacca giden kafilelerde bulundum.
Biliyorsunuz, uzun bir süre hacca gitmek yasaktı, sonra -Allah razı olsun- Menderes zamanında kanunlar müsaade etti.
İşte karayoluyla gidiyorduk.
(Birden ağlamaya başladı ve sağ elini kaldırarak ‘Hey hey...’ der gibi havada salladı ve devam etti.)Biliyor musunuz, bu millet Kâbe’ye, hacca, hatta hacıya bile âşıktır.
Urfa’dan geçiyorduk, otobüsün önüne insanlar yattı.
Evet evet, yanlış duymadınız, (Eliyle önünde yol varmış da işaret ediyormuş gibi yaparak) böyle yere yattılar.
Yola yattılar yola...
‘Yahu bunlar ne yapıyor?’ dedik, mecbur kapıyı açtık.
‘Kardeşim, ne istiyorsunuz?’ diye sordu şoför.
‘Vallahi, bu hacca gidenler bizde misafir olmazsa yerden kalkmayacağız’ dediler.
Aman yâ Rabbî!
Biz de vize işlemleri olduğunu, geç kalırsak kapıda çok zorluk çekeceğimizi onlarla konuştuk, bir şekilde ikna etmeye çalıştık.
Biz de vize işlemleri olduğunu, geç kalırsak kapıda çok zorluk çekeceğimizi onlarla konuştuk, bir şekilde ikna etmeye çalıştık.
Neyse, gönüllerini aldık.
Otobüste, ikramda bulundular..
(Hocaefendi hem ağladı hem ağlattı.)
Ya, bu millet işte böyle âşıktır.
Yâ Rabbî! Sen, hac yollarını bize aç, bu aziz milleti Haremeyn’e hâdim eyle.
O yola gitmekten alıkoyan eşkıyadan bu milleti muhafaza eyle.
Bizler, evlatlarımız, zürriyetimiz, İşâallah hayırlısıyla o mübarek yollara gidelim ve gelelim.
Neyse efendim, Kudüs’e dört beş otobüs peş peşe geldik.
Neyse efendim, Kudüs’e dört beş otobüs peş peşe geldik.
Biz, tam kapının olduğu yerden şehre girdik, birdenbire gök gürledi.
Bir rahmet, bir yağmur ki sormayın...
Fesübhânallah! Fakat o anda acayip bir şey oldu.
Normalde yağmur yağdığında herkes sokaklardan kaçar, ıslanmamak için bir yere dâhil olur.
Ama Kudüs’te yağmurun yağmasıyla insanlar sokağa döküldü.
Bizim hacıların bulunduğu otobüs kafilesinin etrafı insan seline döndü.
Bizim hacıların bulunduğu otobüs kafilesinin etrafı insan seline döndü.
Öyle ki arabaları sallıyor, pencerelere vuruyor, ağlayarak ve yüksek sesle bir şeyler söylüyorlardı.
(Sanki olan biteni anlamıyormuş gibi tecâhül göstererek) Ben de görevliye sordum:
‘Kardeşim, ne bu gürültü, ne bu nümayiş, bunlar ne bağırıp çağırıyorlar?’ diye.
Kafile başkanı ağlayarak bana ne dese beğenirsiniz?
Kafile başkanı ağlayarak bana ne dese beğenirsiniz?
-Hocam, hep bir ağızdan ‘Kudüs’ün sahipleri geldi, Allah Teâlâ da yağmur indirdi’ diye bağırıyorlar.
Meğer üç senedir Kudüs’e bir damla yağmur yağmamış.
Meğer üç senedir Kudüs’e bir damla yağmur yağmamış.
Ama ne acayip tecellidir ki bizim arabaların geldiği an, Cenâb-ı Mevlâ yağmur indiriverdi.
Orada olduğumuz müddetçe insanlar, bu rahmete ve yağmura doya doya kandılar.
Yâ Rabbî! Kudüs’ü küffâr elinden kurtar.
Yâ Rabbî! Kudüs’ü küffâr elinden kurtar.
Mü’minleri aziz eyle, şu zilletten cümlemizi halâs eyle.
Bu necip milletimizi tekrar o mübarek beldelere hâdim eyle...
Korktuklarımızdan emin eyle, kâfirlerin şerrinden bir an önce insanlarımızı kurtarıp halâs eyle.
Ente mevlânâ fensurnâ alal kavmilkâfirîn, Allahümmensur men nasareddîn, vahzül men hazelelmüslimîn.
(Sen bizim Mevlâmızsın, kâfirlere karşı bize zaferle yardım et. Allah’ım!
Dinine yardım edenleri muzaffer eyle, Müslümanlara eziyet edenleri perişan eyle.)
Âmin, âmin bihürmeti Tâhâ ve Yâsîn.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder