26 Temmuz 2011 Salı

İSTANBUL'DAKİ SİNAGOGLAR

"Sinagog " kelimesini etimoloji bakımından incelediğimizde eski Yunancadaki beraber anlamındaki "syn" ile getirmek kökündeki "ago" kelimelerinin birleşmesiyle "beraber olma" anlamındaki sözcüğün çıktığını görürüz. İbranicesi ise "toplanma evi" anlamına gelen "Beth ha-Kenesset" dir. Tanrı ile buluşma yeri anlamında kullanılan bu kelime Tevrattaki,dinsel hukuk ve içtihatlar ile bunların gerekçelerini oluşturan öğreti olan Talmuda göre "halk evi", "duâ ve ibadet yeri","Sabbat evi" (Cuma güneşin batışıyla akşam yemeği ile başlayıp Cumartesi güneşin batışına kadara devam eden kutsal gün) gibi anlamlara da gelir.
İstanbul’da bilinen ilk Sinagogun 318’de Bizans devrinde Halkopreteia olarak adlandırılan Bakırcılar semtinde olduğunu Bizans kaynaklarından öğreniyoruz .

Yalnız bu Sinagog II. Theodosius (408-450) zamanında kızkardeşi Pulkheria’nın isteği üzerine 442 de Kiliseye dönüştürülmüştür. Bu dönemde Musevi statüsü aleyhine önemli değişiklikler meydana gelmiş onları kentin dışına çıkartarak Haliç’in kuzeyinde günümüzdeki Galata sırtlarında Stenum denilen bölgede iskana mecbur edilmişlerdir. Bu zorlamalar I. Justinianus (527-565) zamanında daha da artmış ve 553 de çıkarılan Novella 37 yasası ile onlara Mişna (Sözlü dini metinlerin yazıya dönüşümünü içeren 6 kutsal kitap) okumayı yasaklayarak Tevrat’ın Yunanca ve Latince okunması istenmiş,Pesah Bayramının kutlanmasına da bazı sınırlamalar getirilmiştir. İmparator Phokas (602-610) işi daha da ileriye götürerek Musevilerin katledilmesini emreder bunun üzerine birçok irili ufaklı Musevi isyanları çıkar,İmparator bu emrinde başarılı olamayınca bu sefer de cemaatin kitle halinde Hıristiyanlaştırılmasını istedi ise de muvaffak olamaz. Bizans Devletinin Hazarlarla münasebetinin sonucunda 626 tarihinden itibaren İstanbula Karayimler gelir ve Galata civarında bir köy kurarlar. Daha sonrada Eminönü ve Hasköy civarında bir Karay yerleşimi oluşur. İkonoklast devirde baskılar yine artar ve I.Basileios (867-886) cemaate din değiştirdikleri takdirde birçok armağan vaadinde bulunarak,yaşamları boyu ödenek vereceğini söyleyerek ikna etmeye çalışırsa da muvaffak olamaz. X. yüzyılda Musevilerin durumunda bir düzelme başlar ve mevcut yasalara bazı maddeler eklenerek yaşamları dengelenmeye çalışılır. Bu yasalara göre Musevilerin açıkça dinlerinin gereklerini yerine getirebilecekleri ve yaşamlarına sınır konulamayacağı hakkındadır. IV. üncü Haçlı Seferi sırasında Latinlerin İstanbulu işgal etmeleri ile toplum en kötü günlerini yaşar,Haçlılar onların ikamet ettiği Pera semtini yerle bir ettikleri gibi halkı da kılıçtan geçirip mallarını yağmalarlar. Latin istilasının sona ermesiyle İmparator VIII. Mikhael Paleologos Musevi liderlerin hukuki durumlarının düzeltileceğini vad eder ve dinlerini serbestçe uygulamalarına izin verip tekrar Pera semtine yerleşmelerine kabul etti. Bazı gruplar Pegai (bugünkü Kasımpaşa) mahallesine yerleşirler. 1347 de çıkan veba salgını önlenemeyince İmparator İoannes Kantakuzenos (1341-1391) Tanrı’nın gazabı olarak bu afetin sorumlusu olarak Musevileri gösterdi ve cemaate tekrar kıyımlar başladı.
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethine kadar Musevi cemaatinin Bizanslılarca dışlanması devam etti. Fetihden sonra Fatih çıkardığı bir fermanla inanç özgürlüklerini tanıdı. İstanbul’a göç eden Musevileri Balat semtine yerleştirdi ve zaman süreci içerisinde Makedonya ve İspanyadan gelenler de buraya yerleşti. II.Bayezıd İspanya’daki engizisyondan kaçanları ve Kraliçe Kastilyalı İsabella ve Kral Ferdinand’ın 31 Mart 1492 deki ülkeyi terketmeleri ve bir daha dönmemeleri için çıkardığı kovma fermanı ile ortada kalan Musevileri Osmanlı topraklarına kabul etti . Bu sırada ülkeyi terk eden nüfus hakkında 100 000 ile 800 000 gibi çelişkili ifadeler vardır. Bu dönemde İstanbula gelenler ticarette önemli rol oynamışlardır. Hatta II. Bayezid onları Osmanlı topraklarına kabul ederken söylediği şu sözler önemlidir: "Bu krala nasıl akıllı ve uslu Fernando diyebiliyorsunuz? Kendi ülkesini yoksullaştırıyor ve benmekini zenginleştiriyor" Daha sonra çıkardığı bir fermanla Musevilerin iyi karşılanıp iyi muamele görmelerini istedi,hatta onlara zarar verenlerin idamla cezalandırılacağını da belirtti. İspanyadan gelen bu kafile içindekilerin daha önce devlet hizmetinde bulunmuş olanları saraya alınarak Maliye ve Hariciye alanlarında önemli görevlere getirildiler,hatta Hamon adındaki Doktor ailesinden gelen doktorlar uzun zaman sarayın doktorluk görevini yaptılar. Bu aile "Evlad-ı Musa" unvanıyla bütün vergilerden muaf edilmişlerdir. 1497-98 de Portekiz’deki Museviler de zorla Hıristiyanlaştırılmak istedikleri için onlar’da Osmanlı topraklarına sığınıp hoşgörüden faydalanmayı tercih ettiler ve böylece Portekiz’den de büyük bir kafile geldi. Bu göçlerin sonunda Osmanlı topraklarında ve bilhassa İstanbul’da Sinagog sayısı hızla çoğaldı.
648 de Polonya’da Bogdan Kmietnitzki adındaki Ukraynalı bir Kazak’ın başkanlığındaki büyük Musevi katliamından sonra yine büyük bir grup Polonya ve doğu Avrupa’dan kaçarak Osmanlı topraklarına sığındılar. Buradan gelenlere Eskenaz Yahudileri denilmektedir. İspanya ve Portekizden gelenler de Seferadlar ismiyle tanımlanmaktadır. Genel olarak bu kafile de Haliç kıyılarına Hasköy ve Balat semtlerine yerleştiler. 1839 daki Tanzimat fermanı ile Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan azınlıkların müslümanlarla eşit haklara sahip olmaları yeni bir dönemi başlatmıştır.
Sultan Abdülmecid’in 1841 tarihli fermanında Musevi tebaa için şöyle yazar:"... tebaamıza karşı duyduğumuz sevgi,masumiyeti ispat edilmiş olan Yahudi ulusunu da içerdiğinden,bunların yukarıda zikredilen beyhude şeylerle rahatsız edilip baskı görmelerine izin veremeyiz,üstelik bunların Gülhane Hatt-ı Şerifi ile tebaamıza tanıdığımız hak ve imtiyazlardan yararlanmalarını istiyoruz. Gelecekte İmparatorluğun her noktasında Yahudilerin,devletimizin diğer tebasına eşit şekilde himaye edilmelerini,kutsal dinlerinin icraatında kimsenin bunları rahatsız etmemesini,güven ve sükunetlerinin ihlal edilmemesini emderiyorum." Ayrıca Tanzimat fermanı ile azınlıkların ödediği "Harac" denilen verginin, Hahambaşı tarafından toplanıp Hazine’ye transfer edilmesi kabul edildi, ordu ve devlet memurluklarına alınmaları da yasallaştırıldı. Sultan Abdülaziz 1866 da yayınladığı fermanla 1841 fermanının aynen uygulanacağını teyid etmiştir.
II. Dünya Harbinde yine kitlesel ölümlerden bilhassa Almanya ve Polonya’dan kaçabilen Museviler Türkiye’ye geldiler . Bunların arasındaki önemli profesör ve Doktorlar Hastahane ve Üniversitelerde görev yaptılar. İçlerinde en tanınmış olanlardan birisi de Gureba Hastahanesindeki ilk diyabet servisini kuran Dr. Frank’dır. 1950'de İsrail devletinin kurulmasıyla bu sefer göç dalgası aksi yönden işlemeye başladı bilhassa İstanbul ,Edirne ve İzmir’den büyük Musevi kafileleri İsrail’e gidip yerleştiler.
İstanbul Sinagoglarının genel bir mimari üslubu yoktur. Yapıldıkları devrin ve onu inşa edenlerin geldikleri yerlerin mimari özelliklerini taşırlar. XIX.uncu yüzyıla kadar dışarıdan dikkati çekmeye küçük ve orta büyüklükte yapılar şeklinde olup daima etrafları yüksek duvarlarla sağırlaştırılmıştır. Bu yy.dan sonra 3 Kasım 1839 da Tanzimat fermanının ilân edilmesiyle gayri müslimlerin büyük ölçekli ve kubbeli ibadethaneler yapılmasının yasağının kaldırılmasıyla batı mimari tarzında Sinagog inşa edildiği görülür. Bu dönemde Galata ve Pera bölgesinde abidevi ölçülerde üç Sinagog inşa edilmiştir. Yüksek Kaldırım’daki günümüzde ibadete açık olan Aşkenazi ile ibadete kapanmış olan Galata Zürafa Sokak’daki Or Hodeş ve Felek Sokak’daki Tofre Begadim’dir.
Musevi yerleşimlerinin genellikle ortasında yapılmış olan Sinagogların dış cephe mimarisi son derece sadedir. Etrafında genellikle bir bahçe veya ibadet öncesi el yıkamaya mahsus çeşme veya yalak’ın bulunduğu avluyu dışarıdan bir bahçe duvarı çevirir. Genellikle yığma taştan inşa edilen Sinagogların ortak özelliği üst örtülerinin ahşap olmasıdır. Bu ahşap çatının altında dışarıdan belli olmayacak şekilde bir kubbe inşa edilir. Bunun da sembolik bir nedeni vardır, Mısır’dan sürgün sırasında 40 yıl çölde yaşamak zorunda kalındığında, bulundukları yerdeki malzemeden yaptıkları çardak altında yaşamlarını sürdürmelerini ifade eder. Sinagog’a giriş ve özellikle Kudüs’deki Mabet yönüne bakan ve içinde Sefer Tora’ların (Tevrat’ın parşömen rulolar üzerine elle yazılmış tomarları) muhafaza edildiği "Ehal" e çıkış Hz.İbrahim’i ziyaret eden üç meleği simgeleyen üç basamaklı merdivenledir. İç mekanlarda resim veya herhangi bir süsleme olmayıp genellikle kare veya dikdörtgen şeklinde olup bazen de merkezi plânlıdır. Merkezi plânlı olanlarda dua kürsüsü olan "Teva" salonun ortasında inşa edilmiş olup etrafında cemaatin oturması için sıralar vardır. Bununda nedeni Tevrattaki :"üçüncü gün Rab Sina dağı üzerine inerek herkese görünecek ve halkı etrafına toplayarak diyecek ki" sözünden dolayıdır. Kare veya dikdörtgen plânlı olanlarda genellikle Ehal’in hemen yanında ve duvara bitişiktir. Ehal’in hemen önünde Parohet denilen bir perde asılıdır. Kadınlar ve erkeklerin oturması için ayrı yerler yapılmıştır. Camilerde olduğu gibi Sinagoglarda da Kadınlar Mahfeli ayrıdır.
Musevilerin en önemli bayramları "Pesah" dır.Musevilerin Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkışları ve özgürlüklerine kavuşmalarının kutlanmasıdır. Nisan ayında 8 günlük sürede kutlanır. "Purim" bayramı Perslerin Musevilere uyguladığı soy kırımdan Kraliçe Ester’in müdahalesi ile kurtulmalarının kutlanmasıdır. Musevi takvimine göre "Adar" (Mart) ayının 14 ve 15 inde kutlanır. "Roş Aşana" Musevi takviminin 1 Tişri (Eylül-Ekim) yılbaşısıdır. "Sukot" Bayramı: Mısır’dan çıkışta Çölü geçerken "Suka" adını verdikleri çardakların altında barınmalarının anısına kutlanır Tişri ayının 15 inde başlayıp 7 gün süren Çardak ve Hasat Bayramıdır. "Tu Bişvat" Şevat (Şubat) ayının 15.inci günü kutlanan ağaç dikme ve meye bayramıdır. "Hanuka" Makkabe’lerin Yeruşalim Tapınağını yeniden ibadete açmak için ayaklanmalarının anısına yalnızca evlerde kutlanan bir yarı bayramdır. Kislev (Kasım-Aralık) ayının 25 inde başlayıp bir hafta sürer.
Tarih boyunca İstanbul’da kesin olmamakla beraber 20 tanesinin Haliç’in iki yakasında inşa edilmiş olan 38 adet Sinagog tespit edebiliyoruz.
İstanbul Musevileri arasında diğerlerinden tamamiyle ayrılan "Karayimler" veya"Karaylar" olarak tanımlanan bir başka gurup daha vardır. Orta Asya kökenli olan bu gurup VI.yüzyılda Kafkasya’ya oradan da Ukrayna’ya göçmüşler,Hazarlarla kaynaşmışlardır. VIII.yüzyılda Babilde ayrı bir cemaat teşkil etmişler,gördükleri baskılardan ötürü Bizans’a gelip yerleşmişlerdir. XVIII. yy.da Rusya’nın Kırım yarımadasını ilhakı ile birçok Karaid tekrar İstanbul’a geldi ve şehirin ekonomik gücünü yansıtan bölgelere yerleştiler. Museviliği resmi bir din olarak kabul etmelerine rağmen Talmud’u reddeden bir mezheptir. Musevi tarihine baktığımızda onların kabul ettiği "12 Sıpt" (kabile)vardır. Karaylar bu oniki kabilenin hiçbirine dahil olmadıkları için dışlanmışlardır. Hatta Hahamlar bir Karay ile Seferad veya Eskenaz veya Romanoid denilen Bizans kökenli yahudilerin evliliğini onaylamazlar. Bu yüzden Arthur Koestler gibi araştırmacılar onlardan "13.üncü kabile" diye bahseder. Bugün İstanbulda yaklaşık 150 kişilik bir Karay Topluluğu vardır. Gelenekleri ve dua etme biçimleri de diğer Musevilerden ayrıdır. XIX. yy. da yerleşimleri Hasköy,Karaköy Galata ve Eminönü civarında idi.
İstanbul Sinagogları 

Kaynak:
Naim Güleryüz'ün Türk Yahudileri Tarihi -I-, 1993, İstanbul
İstanbul Sinagogları, 1992, İstanbul.


·  Dolmabahçe Sarayı    
·  Pembe Köşk 
·  Sarı Köşk 
İSTANBUL ANASAYFA'SINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ
·  HAMAMLAR
·  HOTELLER
·  KALELER 
·  KULELER


·  MÜZELER
·  SARAYLAR
·  SİNAGOGLAR 
·  El Sübuu

TARÇIN ÇOCUK ŞARKILARI






    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder